Yoga Bilincinin öğreti dizi­si içersinde sizlere sunmaya çalıştığımız kavram­lar belki birbirlerinden bağımsız ve kopuk konular olarak değerlendirilebilirse de bu kav­ramların her biri ilerde ortaya koyacağımız anlatımların yapı taşlarını oluşturmaktadırlar. Hedef olan "ay­dınlanma" yolcusunun bilmesi ge­reken, "olmazsa olmaz" kavramlar tanıtıldıktan sonra bu kavramlar yardımı ile sentezlere gidilecek ve asıl konulara girilecektir.

Bu yazımda da sizlere yine insanın kendini bilmesinde çok temel bir bilgi olan titreşimler (vibrasyonlar) dünyasından bahsetmek istiyorum. Geçen yazımızda bahsettiğimiz "illüzyon dünya"da yer alan ve bir­birlerinden bambaşka şeylermiş gi­bi hissettiklerimizin; maddenin, se­sin, ışığın, elektriğin, canlı cansız ne varsa hepsinin kökende aynı olan bir faktörün farklı titreşimleriy­le ortaya çıkmakta olduğunu (teza­hür ettiğini ) bilmemiz gerekir. İllüzyonik dünyamız olan üç boyutlu realitede madde-mekan-zaman içersindeki duyularımız ve algı merkezlerimiz titreşim hızları birbirle­rinden farklı olan pek çok şeyi bize hissettirirler.

Katı maddeyi, sıvı maddeyi hatta bir rüzgarın hissedilişindeki gaz maddeyi hisseden dokunma duyu­muz, en az titreşir halde bulunan "maddeyi" fark eder. Ve vücudumuz, titreşimler arttıkça, değişik organlarıyla fark edişlerine devam eder. Mesela ince çelik bir lamayı mengenede bir uçundan sıkarak tespit etsek ve serbest olan diğer uçundan çekip gererek bıraksak "tınn" diye titreşerek ses çıkarta­caktır. Çünkü 1 saniyedeki titreşme frekansı 16'yı aşmıştır. Dolayısıyla kulağımız bu titreşimleri ses olarak algılar. Başka bir örnekle, elimize aldığımız bir çubuğu iki yönde hız­la haraket ettirir ve bu haraketi bir saniyede 16'dan fazla yapmayı becerebilirsek; çok kalından başla­yan bir uğultu sesi duyulacaktır. Ve biz bu hızı şayet mümkün olup arttırabilsek, bu kalın (pes) ses gi­derek tizleşecek ve Do'dan Si'ye doğru bir oktav incelecektir. Hızı artırdıkça yine incelerek bir alt oktavda Do sesinden Si'ye doğru yi­ne değişecektir, böylece birçok ok­tav aşılıp ses iyice tizleştikten son­ra saniyede 32 000 kere titreşime ulaşınca, işitilir olmaktan çıkacak­tır. Ve artık titreşimler saniyede 1 milyona varıncaya kadar bizde bir algı merkezi tarafından algılana­mazlar.

Titreşimlerin artmaya devam etmesi halinde, artık bu titreşimler bize enerji olarak kendilerini his­settirirler ve titreşim (vibrasyon) arttıkça sırayla; elektrik, ısı ve ışık ortaya çıkar (tezahür eder). Elektrik vücudumuz tarafından algılanabilir enerjidir ve hatta bizi çarpan bir enerji olabilir. Keza ısı enerjisinin de azlığı soğuk, çokluğu da sıcak ola­rak vücudumuzla algılanır. Vibras­yonun daha artması halinde ortaya bir ışıma çıkacak ve bu ışıma da gözümüz tarafından fark edilebilecektir. Işık enerjisi gözümüzle sa­dece ışık olarak algılanmakla kal­maz, aynı zamanda vibrasyonun artışına göre renkler belirir. En dü­şük vibrasyonlu renk kırmızıdır ve giderek en yüksek renk vibrasyonu olan mor renk ile, renk görüşümüzün algı alanı da bitecektir. Kırmızı renk vibrasyonu, "do" sesinin be­lirli bir katma tekabül eder. Aynı tarzda 7 renk de 7 sesin aynı şekil­de katlarına tekabül etmektedirler. Kırmızıdan önceki ışınları (enfraruj) göremediğimiz gibi mor rengin vibrasyonundan sonrasını (ultraviole) da göremeyiz. Ama bize tesir eder­ler hatta vücudumuzda olumlu olumsuz birçok tesirleri vardır.

Titreşim hızları daha artan vibras­yonlar, X ışınları (yani röntgen ışın­ları) adım alır ve bilimsel alanlarda kullanılır. Ancak fizik bilimi, vibras­yonları X ışınlarından ötelere doğ­ru artık fark edemez, deneyimleyemez, algılayamaz. Fizik biliminin imkanları X ışınlarından sonra biter ve onun ötesi artık metafizik (fizik ötesi) duruma geçer. Her ne kadar fizik ötesi vibrasyonlar, fiziksel im­kanlarla tespit edilemeseler de, in­san bedeninde bunların kullanma ve algılanma imkanları devam et­mektedir.

İnsan bedeninde bir kılıf gibi bulu­nan ve onu canlı kılan biyoenerjik beden, yani hayat enerjisi bedeni, eterik vibrasyondaki bir enerji kılı­fıdır. Bu enerji bedendeki yüksek titreşimli enerji akışları sayesinde canlılık mümkündür ve her can­lıda "eterik enerji" bedeni mevcuttur. "Eterik enerji be­denindeki akışlar, kaba bedenimizdeki her hücreye ve her organa ihmal et­meksizin.yayılan bir enerji ağı içerisinde akarlar. Ha­yat enerjisinin insanda eterik bedeni oluşturan giriş kapısı, kuyruk so­kumu hizasındaki "bi­rinci şakra" veya "kök şakra" adını alan mer­kezdir. Bunun fiziksel olarak görülmesi veya tespit edilmesi müm­kün değildir. Vücudu­muzdaki bu eterik enerji akışıyla ilgilenen tıp dalı "akupunktur" dür. Şayet bu akışlarda bir aksama varsa, bedenimizin o kısmında bir prob­lem belirecektir. Ve akışı aksa­tan noktaya saplanan yüksek iletken (altın, platin) bir iğne ile kısa devre yaratılarak enerjinin o iletken iğne üzerinden geçerek akışın mümkün olması sağlana­caktır. Eterik bedenimizde böyle milyonlarca akış kanalları ve bağlantı noktaları mevcuttur. Eterik enerji, atomun alt yapısında olan elektronu meydana getiren, çok da­ha alt (ve daha yüksek titreşimli) enerjidir. Ama hala ruhsal değil, maddesel alemin elemanıdır. Eter (veya diğer bir değişle "esir") zerreciği boşluk dediğimiz uzayı dol­durmaktadır. Ama ondan da daha hızlı titreşen, daha yüksek bir vib­rasyon türü vardır ki, adına "astral enerji" diyoruz.

Astral enerji, yine vücudumuzda bir diğer kılıf gibi bulunan 2. enerji bedenimizi meydana getirir. Vib­rasyon (yani titreşim) frekanslarının farklılığı yüzünden eterik enerji bedeni ile karışmadan iç içe bulu­nabilmektedirler. Astral enerji zer­reciği, eterik zerreden çok daha yüksek hızda titreşen yapıdadır. Astral enerji bedenimiz, bizim tüm duyu ve duygularımızın içinde oluştuğu bedendir. İnsan bir şeyden hoş­lanırken, korkarken, ilgi "duyarken ve sayısız duyguları yaşarken, hele bunların hepsini de birbirinden ayırabilirken, işte bu duygu bedenin her yanında akışlar ve değişik vibrasyonlar oluşur. 5 duyumuz da tüm diğer hissedilen bedensel ihtiyaç duygu­ları da (acıkmak gibi, cinsellik gibi ) çekici veya itici tüm duygularımız, hep bu duygu (astral) bedenin içer-sinde cereyan eden olaylardır. Yine bu enerji bedenin vücudumuzdaki kapışı "ikinci şakra" denilen ve göbeğimizin alt bölgesinde bulunan merkezdir. Duygularımızın hisse-dilmesini mümkün kılan astral enerji ve astral bedenimiz de, halen enerjiler dünyasına ait, yani mad­desel planın elemanıdırlar. Ruhsal değildirler.

Astral vibrasyondan daha yük­sek titreşimlere verilen isim, "düşünce"dir. Düşüncelerimiz de vücudumuzda bir özel dü­şünce kılıfı içersinde akıp dururlar ve her ne kadar be­yin vasıtasıyla kaba bedenimizle irtibatta iseler de dü­şünce bedenimizin merkezi göbeğimizin üzerindeki bölgede bulunan "üçüncü şakra"dır. Aynı zamanda entelektüel (düşünsel) be­denimiz adım da verebileceğimiz bu enerji bedeni­miz de, yine kaba bedenimizi içine alan ama çok daha yüksek bir titreşim bedeni olduğu için aynı bölgede olduğu halde di­ğerleriyle karışmaz yapıdadır.

İnsan düşünürken bu "en­telektüel beden" içersinde adeta rengarenk ışık akışları maydana gelmektedir. Kişinin düşüncelerine uygun fikirler, "realitesinin frekansına" uyabildiği kadarıyla kendini saran düşünce okyanusundan çekilip alınır ve "ben düşündüm, aklıma geldi" tarzında da ifade edilirler. Ama tüm düşünceler ve her türlü yüksek düşünce, zaten mevcuttur ve bizim kapasitemizce çekilip alı­nabilirler. Düşünce okyanusu ve düşünce enerjisi bile, her ne kadar insan ruhsallığının ifadesi gibi gö­rünseler de, hala maddi dünya enerjilerindendir. Ama vibrasyonu en fazla olanıdır.

Artık bu vibrasyonların üzerinde daha yüksek titreşim sayılarında vibrasyonlar varsa da, onlara ruh­sal yani (spiritüel) vibrasyonlar de­nilebilir ki, kendi içersinde giderek 4 gruba ayırabiliriz. "Sevgi, birlik bilinci, sezgisel ve ilahi vibrasyon­lar" halinde sonsuz titreşime (titreşimsizliğe) ulaşırlar. İnsanda, bu vibrasyonların dahi farkında olunan merkezler vardır ve bu tüm merkezleri, yani 7 adet şakra merkezini ve insan farkındalığı üzerinde oynadıkları rol­leri, anlatımın diğer bölümlerinde tekrar  ele alacağız.

İnsan, ilahi bir enstrümandır. En üst şakrarsıyla da, Tanrıyı yaşar ha­le gelecek; yani aydınlanacaktır!

 

Yoga bilincini oluşturacak olan bilgilerin içinde belki de en önemlisi, şakra bilgisidir. Şakralar. insanın enerji bedenlerinin giriş kapıları olmakla beraber, aynı zamanda bir güç merkezi olarak ya­yımladıkları vibrasyonel tesirler ile insanın yaşam felsefesini. hedeflerini, arzularını, düşünce yapılarını oluştururlar.

Şakranın ne olduğunun iyi anlaşılabilmesi için iki bakış tarzı önemlidir. Öncelikle şakralar bedenimizin elemanlarıdır. Eleman denilince fiziksel olması gerekmez. Bir rad­yonun içindeki elektrik enerjisi onun, olmazsa olmaz bir elemanı ise, insandaki her bir şakra da. enerji bedenlere enerjilerin girdiği akış kapılarıdır ve ayrıca ait oldukla­rı enerji bedeniyle fizik bedeni irtibatlandırırlar. İnsandaki enerji bedenlerinin anlatı­mım, ilerleyen çalışmamız içersinde ayrıca ele alacağız. Ve şakralara diğer bakış açı­mız; insanın tekamül seviyelerinin göstergeleri oluşlarıdır.

Tekamül göstergesi. frekanstır. İnsan teka­mül ettikçe enerji bedenlerinin frekansları yükselir. Ve 1. şakradan 7. şakraya doğru her bir şakranın frekans aralıkları farklıdır ve üstteki şakraların frekansları alttakilerden daha yüksektirler. Sebebi ise mesela, 1. şakra kaba bedene hizmet eder ve titre­şim cetvelimizdeki kaba "maddesel" titreşimlere yakın titreşimlerde olması gerekir. Ama 2. şakranın, duygusal enerji bedenimize hizmet verdiği için "astral" adındaki enerji frekansını tutturması gerekir. 3. şakra ise düşünsel enerji bedenimize hizmet ver­diği için "mentai" dediğimiz enerji düzeyinde titreşecek bir ortamda çalışma gereğin­dedir. Böylece yedi şakranın da frekansları, giderek yükselen karakterlerde dizilidirler. Gelelim tekamül göstergeleri oluşlarına; in­san hangi tekamül seviyesinde ise yani tit­reşim frekansı ne derece yüksek ise. en çok o titreşim alanındaki şakrayla titreşir, onunla ahenk içine girer. Dolayısıyla 2. şakraya yakınsa, duygusallığı ön planda olacak. 3. şakraya yakınsa, entellektüelliği belirgin vasıf olarak öne çıkacaktır. Yani varlık ruhsal enerjisini, o frekansın pence­resinden dışa vuracaktır. Şakra konusunu incelerken; önce, insan bedeninin elemanı olarak şakranın görevinden söz edeceğiz. Daha sonra da o şakra­ya uyumlu tekamül seviyesindeki insanın realite olarak karakterinden bahsedeceğiz. İnsanda kuyruk sokumu hizasından başlayarak basının üzerine kadar dizili yedi adet şakra mevcuttur ve denilebililir ki; insanlık seviyesinin bu üç boyutlu "madde-mekan-zaman" kainatındaki tekamülü yedi basa­maklıdır. İnsan, tekamülünün realitesine uygun olan şakra tesirleriyle ahenktar ha­yatlar yaşar ve giderek tekamülde yüksel­dikçe bir üst şakranın okulunda okumaya geçer. "İlk şakra"nın baskın tesiri yaşanılarak başlayan insanlık serüveni, sayısız bedenlenmelerle devam eder ve insan daha üst şakra tesirlerine yükseldikçe, bedenin­deki, o daha yüksek şakranın aktivitesinde açılma başgösterir ve giderek tam karakte­riyle devreye girer.

Şakralar; insanı önce bedenli ve canlı kı­lan, sonra her türlü duygu ve gerekli fonk­siyonlarla donatarak, en üst merkeziyle de insanı, yüce kutsal bir varlık haline getiren yaradılış hazinesi imkanlarımızdır. Bu se­bepten insan için; yaratılmış en üstün var­lık anlamında "eşrefi mahlukat" denilmiştir. Mesela bir hayvan bedeninde ilk bir-iki şak­ra fonksiyonu mevcuttur ama diğerleri bulunmamaktadır. Ve hayvan seviyesi, hiçbir zaman Tanrısal Şuura erişebilecek basa­mak değildir. İnsan, yaratılışı gereği, dizaynındaki bu muhteşem 7 basamaklı donanımıyla Tanrısal Şuura ulaşma imkanına sa­hip bir enstrümandır. Ancak insanlık aşaması da basamak basamak olup, herkes yapısındaki şakralardan tekamül seviyesine uygun olanının tesiri altında yaşar. Şakralar, insanın "dünyasal şuuruna" yön veren ve onu her şeye bulunduğu realite­nin penceresinden baktıran tesir merkezle­ridir ve ilk üçü, yüksek değerlerin ortaya konduğu tesirler olmayıp " ego" merkezle­ridir. Yeryüzünde en çok sayıda insanın yo­ğun tesiri altında bulunduğu şakralar, ilk üç şakradır. Ve bu sebepten dünya bugün­kü perişan haldedir!.

İlk üç şakranın tesirindeki insanların davra­nışlarım; "istemek" ve "ele geçirmek için her türlü mücadeleye girişmek" tarzında karakterize edebiliriz. Yani ilk üç şakra; "alıcı" şakralardır. İnsan, ilk üç şakrayı aşma­dan, egosantrik kişiliğini aşamaz ve yük­sek insan olamaz! Aynı zamanda ilk üç şakra, sadece kısa süreli sevinç ve tatmin­lerin yaşandığı ancak mutluluğun henüz çok uzakta bulunduğu, mutsuz realitelerin şakralarıdırlar. İnsan, ancak 4. şakrasının aktivasyona geçmesiyle sevmeyi öğrene­cek, "verici" olabilecek ve mutlulukta ilk adımları atarak insana yakışan olgun davra­nışları sergileyebilecektir. Tekamül yolculuğunda en üst basamak olan 7. şakranın seviyesine kadar yükselen insan, bu şakranın devreye girmesiyle yani aktif hale geçmesiyle, bedenli yani madde alemindeki son ömrünü yaşar ve "İnsanı Kamil" haline gelir. Bir başka deyişle, 7. şakranın uyanışı insanın aydınlanmasıdır. Başın tepe noktasındaki bu şakranın ışıyarak aktif hale geçmesiyle insan, bilgeler, azizler ya da evliya sınıfına girer ki; ortaçağdaki aziz resimlerinde başın üzerinde gösterilen nur halkası aydınlanmışlığın gösterilişidir. 7. şakranın uyanışını, bilgelik bilin­ci yazılarımızda "aydınlanma" başlığı altın­da ve insanoğlunun yeryüzünde ulaşabile­ceği en ileri makam olarak izah etmiştik. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; şakra­ların anlatımından, onların alçak veya yük­sek, hatta iyi veya kötü oluşları gibi bir anlam çıkartmak son derece yanlış olur.Tüm şakralar insanın var olabilmesi için gerekli­dirler. Ancak görevleri değişiktir ve insan daima tekamül seviyesinin realitesini yaşadığından dolayı, sorumluluk şakra teskin­de değil, o tesire takılıp kalan varlığın tekamül seviyesindedir. Mesela en alt şakra ba­samağı olan "kök şakra"nın görevi, ilahi hayat gücünü cezbederek almaktır ve en üst şakra uyandığında: insanın basının tepesinden bir rahmet olarak fışkıran da, bu ilk şakranın temin ettiği güç olacaktır. Yani görülüyor ki, her şakra gereklidir ve insanın olmazsa olmaz yanıdırlar.

“Şakra" sözcüğü Hindu kökenli olup eski Hint dili olan "sanskritçe" bir sözcüktür. Asıl söyleniş tarzında, ilk harfi ş ile ç arasında telaffuz edilir. Bazı kitaplarda "çakra" tarzında yazıldığına da rastlanır. "Şakra" her ne kadar Hint kökenli bir sözcükse de sadece Hindu inancının kavramı değildir. İnsan tekamülünün bu önemli göstergesi pek çok öğretide bilinmekte ve anlatılmak­tadır. Mesela İslam tasavvufunda, tekamül seviyeleri olarak "sülük mertebeleri" adı altında anlatılır. "İnsanın nefs evreleri" ola­rak şakralardaki aynı "yedi basamakla" ve şakraların aynı vasıflarıyla izah edilirler, sa­dece bu merkezlerin bedendeki yerlerinden bahsedilmez. Hatta Kur'an da bile birçok ayette bu "nefs mertebelerinin" isimleri ge­çer. Zaten biz de her şakrayı anlatırken onun tasavvufi isim ve izahlarına da değine­ceğiz.

Şakraları birer birer ele almadan önce onla­rın renklerinden bahsedelim. Geçen yazımızdaki giderek yükselen titreşimlerin ayrı ayrı enerjiler olarak belirişleri hatırlanırsa ve düşük vibrasyonlarda "do" sesi olarak tezahür eden, ancak vibrasyonun yükselişiyle "kırmızı" renk olarak ortaya çıkan enerjinin bu karakteri gözönüne alınırsa, ay­nı durum şakralar için de söz konusudur. Nasıl ki "do" sesinin titreşiminin belirli bir artışı "kırmızı" ışığa denk gelmekte ve "re" sesinin aynı kat artışı "turuncu" ışığa denk geliyor ise; birinci şakra da, kırmızı ışığın ve ikinci şakra da, turuncu ışığın aynı oran­da yükselmiş vibrasyonunun ifadesidir. Dolayısıyla durugörü yeteneğindeki hassas insanlar ilk şakrayı kırmızı renkli olarak al­gılamaktadırlar. Böylece, sırayla 7 şakra da 7 renge uygun ışımaktadır. En yüksek vibrasyona ulaşan 7. şakra yani "İlahi Şuurlu­luk" mertebesi mor renk karakterindedir.

istockphoto-1397061159-612x612